Şu ana kadar hep bahsettiğim, neredeyse bütün kültürlerin "gizli" ya da "mistik" metinlerinde bulunan “sonsuz potansiyel” in var olan her şeye dönüşmesi ya da hayat vermesi olgusu, pek çok dinde ve kültürde olduğu gibi, Eski Mısır`da da mevcuttu. Kadim Mısır teolojisini ya da dinini tabi ki tek tip olarak niteleyemeyiz. Nitekim, içinden geçtiği çeşitli dönemlerin ve sosyal çalkantıların etkisi ve anaerkil kültürden ataerkil yapıya geçmenin getirdiği çeşitli sonuçlar, tabi ki felsefelerine ve nihayet dinlerine de yansımıştır. Çeşitli kavramlar ve Tanrılar, zaman içinde ikinci plana atılmış, onların yerine başka tanrılar geçmiştir. Bazı tanrıların önemi artarken bazı tanrılar da önemlerini yitirmeye başlamıştı. Dolayısıyla “Mısır mitolojisi” derken ya da bu mitolojiyle ilgili kavramlar ve “tanrılar” hakkında yazarken, ayrıntılarda oluşan bölgesel, “mezhepsel” veya zamansal farklılıklara değil, hepsinin buluştuğu ortak noktaya ve ana temaya odaklanmak, bütünü görmek açısından daha faydalıdır.
Her şeyin kaynağı olan sonsuz potansiyel
Kadim Mısır`ın dininde, bütün tanrılardan ve tanrıçalardan önce varolan kozmik ve sonsuz potansiyel kavramı mevcuttu. Bu kavrama özellikle Piramit metinlerinde değinilmiş olmakla birlikte, çeşitli araştırmacılara göre kavram daha da eskilere dayanıyor. Bu potansiyele, diğer pek çok kültürde olduğu gibi ‘kozmik sular” ya da “kozmik okyanus” gibi isimler veriliyordu. Bu kavrama NUN (ya da “Nu”) ismi verilmişti. NUN aslında, başlarda bir Tanrı ya da Tanrıça değildi, her şeye dönüşme potansiyelini içinde barındıran yahut her şeyi, tanrıları bile “doğurmaya” gebe kozmik bir potansiyel olarak niteleniyordu ve herhangi bir kişilikten uzaktı, kavramların, sıfatların ötesindeydi. Bu nedenle, bu kavrama “derin karanlık” yahut “kaos” gibi nitelikler de yakıştırılmıştır. Tıpkı Hintteki Nirguna Brahman, İbn Arabi`deki “Mutlak”, gnostisizmdeki “Pleroma” kavramları gibi. Aynı kavram Sümerler'de "Nammu" olarak adlandırılır.
Bütün her şeyi, tanrıları bile içinden çıkaran, “doğuran” NUN
Aslında hemen her kültürde olduğu gibi, Antik Mısır`da da, daha felsefi, soyut ve kavramsal olan çeşitli terimler, dönemin filozoflarına ve başrahiplerine hitap ediyordu. Bu felsefi kavramlar ve terimler, çoğunluğa doğru yayıldıkça yani geniş halk kitlelerine ulaştıkça, daha efsanevi ve somut çeşitli olgulara dönüşüyordu: Tanrılar ve tanrıçalar gibi. Böylece bu kavramların, halk kitleleri tarafından anlaşılabilirliği de artmış oluyordu. Nitekim Hint`te de, Upanishadlar denilen daha felsefi ve mistik kutsal metin derlemesi, genelde eğitimli filozoflara ve başrahiplere hitap ederken, başka bir kutsal metin derlemesi olan Puranalar, masalsı ve somut anlatımla geniş halk kitlelerine hitap eder. Örneğin Upanishad`larda anlatılan derin felsefi kavramlar Puranalarda tanrılara, tanrıçalara, yarı tanrılara(Devalar) ve bunlar arasındaki çeşitli hikayelere dönüştürülerek, en azından bir ölçüde geniş halk kitleleri tarafından anlaşılması sağlanır. Kadim Mısır`da da durum bundan farklı değildi. Nun, Atum, Ra gibi kavramlar, başrahiplerden çıkıp geniş halk kitlelerine yayıldıkça daha masalsı, daha efsanevi ve mitolojik bir yapıya büründü.
Gözden kaçırılmaması gereken ayrıntı şudur: Hint`te, Gnostisizmde, İbn Arabi ekolü Tasavvufta ve daha pek çok kültürde olduğu gibi, Antik Mısır`da da “yoktan yaratılış” yahut “hiçten yaratılış” şeklinde bir olgu yoktur, bunun yerine kozmik bir potansiyelin ya da bir “kaos” un var olan her şey haline gelmesi ya da tezahür etmesi söz konusudur.
Benzer kavramların ve öz felsefenin pek çok kadim kültürde yer alması ayrıca bilimsel anlamda günümüz kozmolojisinin de, “Big Bang” gibi, jargon farklı olsa da, bu anlatılanlara genel olarak benzer teorilere sahip olması hem şaşırtıcı hem de anlamlıdır.
Kaosun kendi içinden düzeni yaratacak duruma gelmesi: Atum
Sonsuz potansiyel ve kaos durumundaki NUN`un, kendi içinde “aktivize” olup “potansiyel” olmaktan çıkarak düzeni doğurmasını sağlayan yahut doğuracak hale gelmesine neden olan kozmik enerji, ATUM olarak adlandırılırdı. Sonsuz potansiyel ve kaos, potansiyel olmaktan çıkıp, “her şey” haline gelmeye hazır bir enerji olarak nitelik değiştirince, o potansiyel her şeyi içermiş olan bir “bütünlük” halinde düşünülmeye başlandı. Atum kavramını, Hint`teki bütün her şeyi içeren “Mahat Tattva” kavramına benzetebiliriz. Modern kozmolojide ise, daha sonra şişerek ve “patlayarak” her şey haline gelen başlangıçtaki, “primal atom” konumunda olan tekillik (singularity) noktasına benzetebiliriz. “Atum” sözcüğü günümüzde maddenin en küçük yapı taşı olarak nitelenen ya da daha doğru bir deyişle, atom parçalanmadan önce bir zamanlar o şekilde nitelenen “atom” sözcüğünün de kökenidir. Tıpkı NUN kavramı gibi, ATUM sözcüğü de başlarda belli bir kavramı, olguyu karşılayan bir ifade iken zamanla Tanrı olarak sembolize edilmeye başlanmıştı.
Atum, Tıpkı Hint`teki Saguna Brahman (kişiliğe ve sıfatlara bürünmüş Brahman), Gnostisizm`deki Sophia, İbn Arabi ekolü tasavvuftaki “hakk” kavramı gibi; tanımlanamaz, mutlak potansiyel ve kaosun içinden çıkan, belirli şekillerde “davranan” yani düzeni oluşturmaya hazır nitelikte bir enerjidir. Atum, potansiyelin gerçekliğe yani evrene dönüşmesinden sorumlu olduğu için daha sonraki dönemlerde Eski Mısır`da baş tanrılardan biri konumunda görülmüştür. Özetlersek, o sonsuz gizem noktası/kişiliksiz sonsuzluğun, varlığa her şeye dönüşmeye hazır olma durumu ATUM sözcüğü ile belirtilir.
Devam edecek...
Ozan
Benzer kavramların ve öz felsefenin pek çok kadim kültürde yer alması ayrıca bilimsel anlamda günümüz kozmolojisinin de, “Big Bang” gibi, jargon farklı olsa da, bu anlatılanlara genel olarak benzer teorilere sahip olması hem şaşırtıcı hem de anlamlıdır.
Kaosun kendi içinden düzeni yaratacak duruma gelmesi: Atum
Sonsuz potansiyel ve kaos durumundaki NUN`un, kendi içinde “aktivize” olup “potansiyel” olmaktan çıkarak düzeni doğurmasını sağlayan yahut doğuracak hale gelmesine neden olan kozmik enerji, ATUM olarak adlandırılırdı. Sonsuz potansiyel ve kaos, potansiyel olmaktan çıkıp, “her şey” haline gelmeye hazır bir enerji olarak nitelik değiştirince, o potansiyel her şeyi içermiş olan bir “bütünlük” halinde düşünülmeye başlandı. Atum kavramını, Hint`teki bütün her şeyi içeren “Mahat Tattva” kavramına benzetebiliriz. Modern kozmolojide ise, daha sonra şişerek ve “patlayarak” her şey haline gelen başlangıçtaki, “primal atom” konumunda olan tekillik (singularity) noktasına benzetebiliriz. “Atum” sözcüğü günümüzde maddenin en küçük yapı taşı olarak nitelenen ya da daha doğru bir deyişle, atom parçalanmadan önce bir zamanlar o şekilde nitelenen “atom” sözcüğünün de kökenidir. Tıpkı NUN kavramı gibi, ATUM sözcüğü de başlarda belli bir kavramı, olguyu karşılayan bir ifade iken zamanla Tanrı olarak sembolize edilmeye başlanmıştı.
Atum, Tıpkı Hint`teki Saguna Brahman (kişiliğe ve sıfatlara bürünmüş Brahman), Gnostisizm`deki Sophia, İbn Arabi ekolü tasavvuftaki “hakk” kavramı gibi; tanımlanamaz, mutlak potansiyel ve kaosun içinden çıkan, belirli şekillerde “davranan” yani düzeni oluşturmaya hazır nitelikte bir enerjidir. Atum, potansiyelin gerçekliğe yani evrene dönüşmesinden sorumlu olduğu için daha sonraki dönemlerde Eski Mısır`da baş tanrılardan biri konumunda görülmüştür. Özetlersek, o sonsuz gizem noktası/kişiliksiz sonsuzluğun, varlığa her şeye dönüşmeye hazır olma durumu ATUM sözcüğü ile belirtilir.
Devam edecek...
Ozan
Merhabalar,
YanıtlaSilNun'u nirguna brahman, Atun'u da saguna brahman olarak düşünebilir miyiz yani?
Bu arada ben -çok az okuduğum kadarıyla- İbn Arabi ekolü tasavvufun, Advaita Vedanta ile birebir çakıştığını düşünüyorum. Mısır konusunda ise hiç okumam olmadı. Farklı coğrafyalardaki tüm bu ortak düşünceler, acaba kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa hepsi birbiriyle etkileşim sonucunda, farklı dili kullanan aynı öğretiler haline mi geldi? Örn. İbn Arabi, advaita vedantayı duyup fikirlerinde ondan esinlenmiş olabilir mi, bir bilginiz var mı?
Merhaba,
YanıtlaSilEvet. Nun/Nu, Nirguna Brahman; Atum ise Saguna Brahman gibidir felsefi olarak. Farklı coğrafyalardaki bu tip mistik düşünceler, birbirlerinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır diye düşünüyorum çoğunlukla... Zaten bu durum, olayı daha şaşırtıcı ve anlamlı kılıyor. Ancak, örneğin Ibn Arabi ekolü tasavvuf ile (Vahdeti Vücud) Hint Advaita Vedanta arasındaki benzerlikler, çeşitli islam alimlerinin de belirttiği gibi, çeşitli müslümanların Hint'ten ve İran'dan etkilenmesiyle ortaya çıkmış. Tarihsel olarak, Hindistan ve İran ile çeşitli İslam/Arap ülkeleri arasındaki karşılıklı kültürel alışveriş, felsefi/mistik düşüncelere yatkın çeşitli müslümanları etkilemiştir ve Ibn Arabi gibi çok değerli filozoflar ortaya çıkmıştır. Bu gibi istisnalar vardır tabi ama benim kendi düşüncem, birbirine yakın olan mistik görüşlerin genellikle bağımsız olarak yani doğrudan bir etkilenme olmadan, ortaya çıktığı yönünde. (Ibn Arabi felsefesi - Advaita Vedanta arasındaki benzerlikler kesinlikle etkilenmeyle ortaya çıkmıştır ama bu bir istisnadır)
Bence Gnostisizm'den yola çıkarsak Pleroma ,Ptahtır.Ptah Atum'a bile hayat vermiştir.Sabiilikteki aydınlık atum,sofia dur.Karanlık ise barbeloa,nun'dur.Demiurge karanlığa yaklaşmıştır.
YanıtlaSil