7 Şubat 2014 Cuma

Evren, günümüz modern bilimindeki bütün gelişmelere rağmen, büyük bir gizemdir ve gizem olarak kalmaya devam edecektir. Evrenimiz önceleri, sadece güneş sistemimizden ibaret sanılırdı, o dönemlerin bilimi “evrende varolan gizemin çoğunu çözdük” iddiasındaydı daha sonra Samanyolu galaksimizin varlığı ve nihayet 1920’li yıllarda Edwin Hubble ile birlikte, galaksilerin varlığı kesinleşti. Günümüzde ise milyarlarca galaksiden söz edilmektedir!

Evren her açıdan o kadar büyüktür ki, o kadar komplikedir ki bu akılalmaz büyüklüğü hakkıyla idrak edebilmek için hayal gücümüz bile yetmez, sadece samanyolu galaksimizin dahi baştan sona büyüklüğü 110 bin ışık yılıdır. Yani ışık hızında dahi gidebilseydik,  kendi galaksimizin başından sonuna, bir ucundan diğer ucuna kadar ancak 110 bin yılda ulaşırdık ki bizim galaksimizden belki de yüzbinlerce kat daha büyük milyarlarca galaksi daha var! Evrendeki galaksi sayısı tahminimiz de gün geçtikçe artmaya devam etmektedir. Örneğin bilim, bugüne kadar “evrende tahmini olarak en az 100 milyar galaksi vardır” demekteydi ancak son zamanlarda Hubble teleskobunun “Ultra Deep field” görüşü sayesinde evrende en az 200 milyar galaksi olduğu söylenmeye başladı. Hubble uzay teleskobu, 2018 yılında emekli edilecek ve yerini “James webb” uzay teleskobuna bırakacak. Hubble`dan çok daha üstün bir teknolojiye sahip olacak olan James Webb uzay teleskobuyla gözlemleyebileceklerimiz, belki de şimdiye kıyasla hem sayı hem de nitelik bakımından çok daha farklı olacak! Üstelik bütün bu söylediklerimiz sadece potansiyel olarak gözlemleyebildiğimiz evren için! Dolayısıyla evrendeki durumumuzu anlatabilmek için, okyanustaki bir damla kadar olduğumuz örneğini kullansak bile boyut açısından ve kıyaslama açısından sadece “saçmalık” kalır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, son 20 yılda modern kozmoloji içinde pek çok ciddi “çoklu evren” hipotezi vardır. (“Multiverse”) Kımbilir, belki de bizim evrenimiz gibi milyarlarca evren daha vardır!

Peki kendi evrenimizin acaba yüzde kaçını biliyoruz? 



Kara Madde…

Çok yakın bir zamana kadar bilim adamları, evrenin sadece protonlar nötronlar ve elektronlardan yani bildiğimiz atomlardan oluştuğuna inanıyorlardı. Bütün bunların, aslında gözlemleyebildiğimiz evrenin sadece yüzde 4’ünü oluşturduğunu bilmiyorlardı.1933 yılında, İsviçreli Astrofizikçi Fritz Zwicky, kara madde (o zamanlar “kayıp madde”demişti) kavramını ortaya atmıştı fakat bu hipotezi bilimsel çevrelerde “saçmalık” olarak nitelendi ve 40 yıl boyunca bilimsel çevrelerde hiç ciddiye alınmadı. 1970 yılında Vera Rubin, Spiral galaksilerin dönme biçimlerinden yola çıkarak “kara madde” ye ilişkin güçlü kanıtlar öne sürmüştü fakat o zamanın bilim çevreleri de, yıllar boyunca bütün bunlara “Pseudoscience” (sahte bilim) ya da bir “bilimkurgu” gözüyle bakmaya devam etti ta ki 2006 yılında 2 galaksinin çarpışmasına dair gözlem ve bunun kara maddeyle olan bağlantısı kanıtlanana kadar… Kütleçekimsel merceklenme denilen, kara maddenin içinden geçerken ışığı bükmesi ile ilgili gözlemler de, kara maddenin varlığına dair kesin kanıtlar sağladı.

Günümüzde “Kara madde” olgusunu reddeden kozmolojist ya da astrofizikçi, hemen hemen yok gibidir. Yıldızları ve galaksileri adeta birbirine bağlayan, bütün bunları bir arada tutan kara madde bildiğimiz maddeden çok daha farklıdır ve bildiğimiz maddeyle pek etkileşime girmediğinden ayrıca gözle ya da gözlemle direkt olarak görülemediğinden büyük bir gizem olarak kalmaya devam etmektedir. Kara madde, bildiğimiz maddenin içinden geçer ve ışığı da yansıtmaz. Ağırlıkları çok fazla olduğundan, galaksileri bile etkileyebilirler. Kara madde olmadan, ne bildiğimiz anlamda evren ne de yaşam mümkün olabilirdi. Bilim insanları, kara maddenin ne olduğunu anlamak için ışık vermeyen diğer maddeleri incelediler ancak hiçbirinin miktarı, kara maddenin yerçekimine olan etkisini açıklamaya yetmiyordu.  Kara madde hakkında bilinen tek net şey, onun galaksileri ve yıldızları adeta bir yapıştırıcı gibi bir arada tutmasıdır. Bütün çalışmalara, öne sürülen görüşlere rağmen kara maddenin mahiyeti günümüzde hala büyük bir sır olarak kalmaya devam etmektedir.

Karanlık Enerji…

Kara Enerji olgusunu anlamak için önce “evrenin genişlemesi” olgusunu anlamak gerekir. Bilim dünyası daha önce, evrenin statik bir olgu olduğunu düşünüyordu ancak 1929 yılında Edwin Hubble, diğer galaksilerin samanyolundan ilginç bir şekilde uzaklaştığını gözlemledi. Bizden uzakta bulunan galaksiler de, yakınımızdakilerden daha hızlı bir şekilde yol alıyordu. Böylece “evrenin genişlemekte olduğu” keşfedildi… Evrenin genişlemesi olgusu da başlı başına bir gizemdir ve bunu idrak etmemiz zordur çünkü biz, ancak uzay-mekan düzleminde düşünebilen zihinlere sahibiz bu nedenle de  “Evren neyin içinde, nereye doğru genişliyor” gibi sorular sorarız. Bu soruların cevabı kesin değildir ancak evrenin genişleme mantığını en iyi şekilde balon örneğiyle anlatabiliriz. Elimize şişmemiş bir balonu aldığımızı ve üzerine mürekkepli kalemle çeşitli noktalar karaladığımızı farzedelim. Sonra balonu alalım ve şişirmeye başlayalım… Balon şiştikçe, genişleyen balonda karaladığımız noktalar, birbirinden uzaklaşmaya başlayacaktır tıpkı genişleyen evrende galaksilerin birbirinden uzaklaşması gibi.




Bilim insanları, bu keşiften sonra, evrenin genişlemesinin yavaşlama hızını hesaplamak istediler. Çünkü kütleçekim kuvveti olan galaksiler ve her şey birbirini çekiyordu ve bu nedenle de evrenin genişleme hızı, bilinen fizik yasalarına göre zaman içinde yavaşlamalıydı hatta bir zaman sonra durmalıydı ve evren, içine çökerek, başlangıçtaki gibi tek bir nokta haline gelmeliydi. (“Big Crunch”) Yavaşlama hızı hesaplaması için çeşitli Super novaların ışıklarını birbirleriyle kıyasladılar. Supernova, ölmekte olan yıldızın muazzam bir ışık yayarak çok güçlü bir şekilde patlaması durumudur. İnce hesaplamalardan sonra bilim insanları tabiri yerindeyse, büyük bir “şok” yaşadılar. Çünkü evren, yavaşlamak bir yana, daha da hızlanarak genişliyordu! Bilinen bütün fizik yasalarına ve bilimsel ilkelere karşı gelen bu durum bilim çevrelerini çok rahatsız edebilirdi bu nedenle hesaplamalar tekrar ve tekrar yapıldı, yanlışlık olduğu düşünülüyordu ancak sonuç aynıydı: Evren artan bır hızla genişlemeye devam ediyordu! İşte bunun sorumlusu olan enerjiye, “Kara enerji” ismi verildi. Çünkü bu enerji hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, tek bildiğimiz bu enerjinin, Big Bang’in başlangıcından itibaren evrenin genişleyerek oluşmasını başka bir deyişle “yaratılmasını” sağlayan muazzam bir “itici kuvvet”olduğudur ve evreni artan bir hızla genişletmeye devam etmektedir.

Şu ana kadar bilim tarihini incelediğimizde,  “Bilim bir gün evrenin gizemlerini tek tek çözecek, hiçbir gizem kalmayacak” şeklindeki bir görüşe katılmak mantıksız görünmektedir. Çünkü binlerce yıldan beri gözlemlenen durum, her bir keşfin yeni ve daha büyük bir gizem ortaya çıkardığı gerçeğidir. Örneğin 200 yıl önce bilime göre evrenin “sırları”, şu andaki bilime göre evrenin sırlarına kıyasla, özellikle kozmoloji alanında, oldukça küçük kalmaktadır. Bilim, yeni keşif yaptıkça, yeni bir bilimsel açıklama getirdikçe, her seferinde evrenin aslında düşündüğümüzden çok daha gizemli ve bilinmeyenlerle dolu oldu gerçeğini de yanında getirmektedir. Bilim tarihini incelediğimizde, ulaştığımız sonuç budur. Örneğin klasik fizik zamanında keşifler yapıldıkça “Artık evrenin çoğu sırrını çözdük” şeklinde bir düşünce oluşmaktaydı ancak gerek genel görelilik konusuyla gerekse atom altı parçacıkların keşfiyle ve kuantum fiziğiyle bu görüş tamamen alt üst oldu…Kuantum dünyasında parçacıkların davranışları, ve genel anlamda atom altı dünyası “şoke edici” olarak nitelenmiştir. Bir başka örnek: Edwin Hubble`a kadar evrenimiz sadece samanyolu galaksisinden ibaret sanılıyordu bizim galaksimizden başka “milyarca galaksi daha” olduğu söylenince, evrenin ne kadar büyük bir gizem olduğu bir kere daha anlaşılmış oldu. Bugün ise bütün bunlar yetmezmiş gibi, “çoklu evrenler”den, “Paralel Evrenler”den, Sicim teorisinden söz edilmektedir ve bu hipotezler, 100 yıl önce bilim dünyasına sunulsaydı “saf ve yaratıcı bir bilim kurgu” olarak adlandırılacaktı.

                                                                                                                    Ozan

NOT: Bu yazı ve diğer tüm yazılar bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden herhangi bir yazımı kopyalamayınız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder