3 Mart 2012 Cumartesi

KÖTÜLÜK PROBLEMİ

"Karşıt kutuplar olmadan gerçeklik olamaz" - Carl Gustav jung


Uzakdoğu sistemlerinde ve genel olarak gizem kültlerinde bireysel açıdan, göreli gerçekliğe göre olan kötülük problemi, karma yasası ilkeleri ile açıklanır. Ancak genel anlamda "kötülük" dediğimiz şey, tezahürün doğal ve zorunlu bir sonucu olarak ele alınır.

Kötülük konusuna çeşitli açılardan bakılabilir. Denilebilir ki nihai noktada / nihai gerçeklikte iyilik ya da kötülük diye bir şey yoktur çünkü bu kavramlar ancak uzay/zaman düzleminde ve ancak başka şeylerle ve birbirleriyle kıyaslanarak anlam kazanmaktadır. Ancak madem ilüzyonun yanı dünyanın/rüyanın içindeyiz tezahür eden, görünen her şeyle muhatapız o halde iyilikle ve kötülükle de muhatapız demektir.

Aslında kötülük "evil" olgusu o kadar derindir ki ucu "Tanrı neden yarattı" ya da daha doğrusu "Tanrı neden tezahür etti" ye kadar gider. Tanrı ayrışmamıştı ama ikiliğin nerden çıktığını bilmek gerekir. Dünyaca ünlü psikanalist Carl Jung’ın şöyle bir söz vardır: "no reality without polarity" yani "karşıt kutuplar olmadan gerçeklik olmaz" sonsuz bilinç yahut sonsuz potansiyel, çokluk olarak tezahür ettiğinde ki biz bu sürece Maya diyoruz, özne ile nesne ikiliği ortaya çıktı, çünkü dünyada bizim bilinç dediğimiz şey özne ve nesne ikiliğiyle mümkün olur, bizim bireysel ruh dediğimiz ve ilüzyon dünyasında yanılsama olan “Jivatman” da bilincin ayrı olarak özdeşleştiği çok sayıdaki öz imgeler olarak nesnelleşen Bilinç/potansiyeldir ve yanılsamadır, Maya'dır. ikilik yoksa, algılayan-algılanan, obje-suje yoksa bilinç de yoktur, işte genel anlamda bu ikiliğin içinde aslında düşünebileceğimiz bütün ikilikler var olmak zorundadır, iyi, kötü, güzel çirkin. Acı tatlı, uzun kısa… özne nesne ikiliğinde her ikilik saklıdır yanılsama dünyasında iyi diye bir kavram ortaya çıkınca bunun karşıtı olan bir kavram da ortaya çıkmak zorunda olur, bu dünyanın daha doğrusu dünyada bilinç dediğimiz şeyin bir gerçeğidir, yasa gibi bir olgudur, dünyada merhamet diye bir kavram ve eylem var, bir köpeğin kedi yavrularını beslemesi gibi, öyleyse bunun karşıtı acımasızlık ve vahşet de olmak zorundadır aslanın geyik yemesi gibi, bu mekanik olarak ortaya çıkan bir sonuçtur çünkü ikisi de birbiriyle ilişkilidir yani iyilikle kötülük birbiriyle ilişkilidir, biri olmadan ikisi de dolayısıyla bilinç de yok olur gider. Biri diğerine mecburdur. İyilik kavramı kötülük olmadan, merhamet kavramı gaddarlık olmadan ortaya çıkamaz çünkü bu kavramlar hep birbiriyle kıyaslanarak zihinde oluşan olgulardır. Bu ikilik olgusu öyle önemli ki hemen hemen her uzakdoğu felsefesi kültüründe üzerinde durulmuştur örneğin Çinliler de Ying Yang felsefesi ile açıklar bunu.

Dikkat edilirse dünyada bilincin özü çalışma prensibi ayrıştırmaya dayanır, ben diğerleri, güzel çirkin benim için iyi benim için kötü..gibi. Kavramlar ancak birbirleriyle ilişki içinde kıyaslanınca anlam kazanır: İyilik olmadan kötülük kavramı ya da eylemi, kötülük olmadan da iyilik kavramı ya da eylemi düşünülemez, eğer düşünülebilirse ilüzyon dünyasında bilinç dediğimiz şey paradoksal olarak yok olur zincirleme olarak parçalanır gider, Maya yok olur, bilinç yok olur, tezahür yok olur dolayısıyla dünya hayatı diye bir şey ortaya çıkamazdı… İkilik doğal olarak ortaya çıkan bir şeydir. Bir olan iyi olandır ama o çokluk olarak tezahür edince ikilik, karşıtlık ve kötülük ortaya çıkar bütün bunlar Tanrı’nın çokluk olarak tezahür etmesinin yanı Maya nın/ilüzyonun bir sonucudur ve dünyadaki obje suje, algılayan algılanan ikiliğine dayalı bilinç ve kavram oluşumu için gereklidir.

Bu olguyu anlatan mistik metinlerden biri Tao Te Ching'tir. Şöyle söyler: "Güzeliği 'güzellik' olarak bilince çirkinlik ortaya çıkar. İyiyi 'iyi' olarak bilince kötülük ortaya çıkar. Varlık ve gayrivarlık birbirini oluşturur, kolaylık ve zorluk birbiriyle ortaya çıkar, uzunluk ve kısalık birbirleriyle belirlenir, ön ve arka birbirini takip eder.."Gnostik metinlerden Philip İncili şöyle ifade eder:

"Işık ve karanlık, yaşam ve ölüm iyi ve kötü, sadece birbiriyle ilişki içinde var olan ve birbirlerine karşılıklı olarak bağımlı olan olgulardır" (Philip İncili)

Tanrı bir kişi olmadığı için ya da çeşitli dinlerin düşündüğü şekilde, insan gibi kişilik sahibi olmadığı için, onun iyilik - kötülük, merhametli olma - gaddar olma...vb kavramlardan aslında yoksun olduğunu yani nötr olduğunu ancak bu iyilik ve kötülük gibi kavramların sonsuz potansiyel olan Tanrı'nın içinden çıktığını (tıpkı bir rüya gibi potansiyelin içinde göründüğünü) unutmamalıyız. En rezil kötülüklerden birini düşünelim örneğin: tecavüz ve en yüksek iyiliklerden birini düşünelim, adeta "melekler" gibi iyi olmayı... "Tecavüz" kavramı "melek kadar iyilik yapma" kavramı tecavüzü görüp bundan bizim gibi tiksinti duyma kavramı hepsi ama hepsi sonsuz potansiyelin, o tek ruhun içinde oluşan görünümlerden ibaret. Tıpkı bizim rüyada hem güzel şeyler görüp sevinmemiz hem de rezil şeyler görüp tiksinti duymamız gibi. Halbuki hepsinin kaynağı biziz. Ancak "biz" denilen şey rüyada gördüğümüz iyi ya da kötü olguların çamuruyla kirlenmez.

Ozan

4 yorum:

  1. Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Fikirlerinizin çoğuna katılmakla birlikte kötülük konusunda mantığıma oturtamadığım sorunlar kalıyor.
    Rüya kavramından başlarsak bizim rüyamızda kötülükler olsa da bu rüyadaki kişileri etkilemiyor. Yani iyi veya kötü etkilenen biziz. Bir varlığın kaderini oluşturmuyoruz. Fakat Tanrının rüyası dediğimiz evrende kişiler acı çekiyor, yani rüyanın sonuçlarını bizzat biz yaşıyoruz. Burada adaletten söz edebilir miyiz? Şöyle söyleyeyim Tanrının rüyası içinde bulunmamız bir mecburiyet miydi, bu ilahi açıdan adil mi?
    İkinci sorum: Tanrıyı mutlak güçlü olarak tasavvur ettiğimizde Tanrı evreni karşıtlıklara gerek duyulmayan bir şekilde var edemez miydi? Yani kötülük olmadan iyiliğin bilinebileceği bir sistem kuramaz mıydı? Yoksa Tanrı mantık kurallarının dışına çıkamaz mı ya da mutlak iyi, mutlak kudretli, mutlak alim Tanrı tasavvuru mu beni bu konuda yanıltıyor?

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,

    İlginiz için teşekkür ederim. "Tanrı'nın rüyası" ya da "Tanrı'nın zihni" içinde oluşan karakter benzetmesini kullanan mistik gelenekler şunu da söylerler. Bizler, Tanrı'nın kullandığı, O'ndan ayrı olmayan, O'nun kendisini bilmek için kendisinden tezahür ettirdiği enstrümanlarız. Dolayısıyla bu manada bakarsak evet diyebiliriz, mecburi idi. Çünkü Tanrı'nın kendisini gerçekleştirmek için kullandığı "mekanizma" bu... İlahi açıdan adil mi peki bu? İşte bu soru üzerinde düşünürken yukarıda bahsettiğim derin fikri unutmamalıyız: "O'NDAN AYRI OLMAYAN" dolayısıyla biz, bu mistik geleneklere göre, O'ndan ayrı değiliz ki O'nun rüyasında ya da zihninde olmamız "adaletsiz" olsun. Kim kime adaletsizlik yapabilir? Tanrı, kendisine mi? Bu arada unutmayalım bu sisteme göre sonuçları yaratan da biziz, bize kimse dışarıdan kader dikte etmiyor. Karma yasası burada devreye giriyor. Sonuçları yaşayan bizler kendi ektiklerimizi biçiyoruz sadece.

    İkinci sorunuz: Biz şu andaki beynimizle sadece belirli mantık ilkeleri ile
    düşünebiliyoruz ve içinde bulunduğumuz evreni / Tanrı'yı anlamaya çalışıyoruz. Psikanalizme göre / Carl Gustav Jung'a göre "karşıt kutuplar olmadan gerçeklik olamaz" Tanrı belki karşıtlıklara gerek duyulmayan bir evren inşa etmiştir bile halihazıra ama bu evrenin bizimki olmadığı apaçıktır. Dolayısıyla öyle bir evren varsa o evrenin fizik kuralları, doğa yasaları, mantık ilkeleri ve bunları yorumlayan beyinlere sahip canlıları da bizden bambaşka olmalıdır.

    YanıtlaSil
  3. Bu arada mistik geleneklerde Tanrı'nın "mutlak alim" olması demek onun kendi doğası dışına çıkmasını zorunlu kılamaz. O'nun mükemmelliği, mutlaklığı kendi aşkın doğası içindedir. Yoksa ne yaşama ne hayata ne evrene ne insana yani kısacası tezahüre gerek kalmazdı.

    YanıtlaSil
  4. Cevabınız için teşekkürler. Yeni yazılarınızı bekliyoruz...

    YanıtlaSil