Evren, günümüz modern bilimindeki bütün
gelişmelere rağmen, büyük bir gizemdir ve gizem olarak kalmaya devam edecektir.
Evrenimiz önceleri, sadece güneş sistemimizden ibaret sanılırdı, o dönemlerin
bilimi “evrende varolan gizemin çoğunu çözdük” iddiasındaydı daha sonra Samanyolu
galaksimizin varlığı ve nihayet 1920’li yıllarda Edwin Hubble ile birlikte,
galaksilerin varlığı kesinleşti. Günümüzde ise milyarlarca galaksiden söz
edilmektedir!
Evren her açıdan o kadar büyüktür ki, o
kadar komplikedir ki bu akılalmaz büyüklüğü hakkıyla idrak edebilmek için hayal
gücümüz bile yetmez, sadece samanyolu galaksimizin dahi baştan sona büyüklüğü
110 bin ışık yılıdır. Yani ışık hızında dahi gidebilseydik, kendi galaksimizin başından sonuna, bir
ucundan diğer ucuna kadar ancak 110 bin yılda ulaşırdık ki bizim galaksimizden belki
de yüzbinlerce kat daha büyük milyarlarca galaksi daha var! Evrendeki galaksi
sayısı tahminimiz de gün geçtikçe artmaya devam etmektedir. Örneğin bilim,
bugüne kadar “evrende tahmini olarak en az 100 milyar galaksi vardır”
demekteydi ancak son zamanlarda Hubble teleskobunun “Ultra Deep field” görüşü
sayesinde evrende en az 200 milyar galaksi olduğu söylenmeye başladı. Hubble uzay teleskobu, 2018 yılında emekli
edilecek ve yerini “James webb” uzay teleskobuna bırakacak. Hubble`dan çok daha
üstün bir teknolojiye sahip olacak olan James Webb uzay teleskobuyla
gözlemleyebileceklerimiz, belki de şimdiye kıyasla hem sayı hem de nitelik
bakımından çok daha farklı olacak! Üstelik bütün bu söylediklerimiz sadece
potansiyel olarak gözlemleyebildiğimiz evren için! Dolayısıyla evrendeki durumumuzu
anlatabilmek için, okyanustaki bir damla kadar olduğumuz örneğini kullansak
bile boyut açısından ve kıyaslama açısından sadece “saçmalık” kalır. Bütün
bunlar yetmezmiş gibi, son 20 yılda modern kozmoloji içinde pek çok ciddi
“çoklu evren” hipotezi vardır. (“Multiverse”) Kımbilir, belki de bizim
evrenimiz gibi milyarlarca evren daha vardır!
Peki kendi evrenimizin acaba yüzde kaçını
biliyoruz?
Kara Madde…
Çok yakın bir zamana kadar bilim adamları,
evrenin sadece protonlar nötronlar ve elektronlardan yani bildiğimiz atomlardan
oluştuğuna inanıyorlardı. Bütün bunların, aslında gözlemleyebildiğimiz evrenin
sadece yüzde 4’ünü oluşturduğunu bilmiyorlardı.1933 yılında, İsviçreli
Astrofizikçi Fritz Zwicky, kara madde (o zamanlar “kayıp
madde”demişti) kavramını ortaya atmıştı fakat bu hipotezi bilimsel çevrelerde
“saçmalık” olarak nitelendi ve 40 yıl boyunca bilimsel çevrelerde hiç ciddiye
alınmadı. 1970 yılında Vera Rubin, Spiral galaksilerin dönme biçimlerinden yola
çıkarak “kara madde” ye ilişkin güçlü kanıtlar öne sürmüştü fakat o zamanın
bilim çevreleri de, yıllar boyunca bütün bunlara “Pseudoscience” (sahte bilim)
ya da bir “bilimkurgu” gözüyle bakmaya devam etti ta ki 2006 yılında 2
galaksinin çarpışmasına dair gözlem ve bunun kara maddeyle olan bağlantısı
kanıtlanana kadar… Kütleçekimsel merceklenme denilen, kara maddenin içinden
geçerken ışığı bükmesi ile ilgili gözlemler de, kara maddenin varlığına dair
kesin kanıtlar sağladı.
Günümüzde “Kara madde” olgusunu reddeden
kozmolojist ya da astrofizikçi, hemen hemen yok gibidir. Yıldızları ve
galaksileri adeta birbirine bağlayan, bütün bunları bir arada tutan kara madde
bildiğimiz maddeden çok daha farklıdır ve bildiğimiz maddeyle pek etkileşime
girmediğinden ayrıca gözle ya da gözlemle direkt olarak görülemediğinden büyük
bir gizem olarak kalmaya devam etmektedir. Kara madde, bildiğimiz maddenin
içinden geçer ve ışığı da yansıtmaz. Ağırlıkları çok fazla olduğundan,
galaksileri bile etkileyebilirler. Kara madde olmadan, ne bildiğimiz anlamda
evren ne de yaşam mümkün olabilirdi. Bilim insanları, kara maddenin ne olduğunu
anlamak için ışık vermeyen diğer maddeleri incelediler ancak hiçbirinin
miktarı, kara maddenin yerçekimine olan etkisini açıklamaya yetmiyordu. Kara madde hakkında bilinen tek net şey, onun
galaksileri ve yıldızları adeta bir yapıştırıcı gibi bir arada tutmasıdır. Bütün
çalışmalara, öne sürülen görüşlere rağmen kara maddenin mahiyeti günümüzde hala
büyük bir sır olarak kalmaya devam etmektedir.
Karanlık Enerji…
Kara Enerji olgusunu anlamak için önce “evrenin
genişlemesi” olgusunu anlamak gerekir. Bilim dünyası daha önce, evrenin statik
bir olgu olduğunu düşünüyordu ancak 1929 yılında Edwin Hubble, diğer
galaksilerin samanyolundan ilginç bir şekilde uzaklaştığını gözlemledi. Bizden
uzakta bulunan galaksiler de, yakınımızdakilerden daha hızlı bir şekilde yol
alıyordu. Böylece “evrenin genişlemekte olduğu” keşfedildi… Evrenin genişlemesi
olgusu da başlı başına bir gizemdir ve bunu idrak etmemiz zordur çünkü biz,
ancak uzay-mekan düzleminde düşünebilen zihinlere sahibiz bu nedenle de “Evren neyin içinde, nereye doğru genişliyor”
gibi sorular sorarız. Bu soruların cevabı kesin değildir ancak evrenin genişleme
mantığını en iyi şekilde balon örneğiyle anlatabiliriz. Elimize şişmemiş bir
balonu aldığımızı ve üzerine mürekkepli kalemle çeşitli noktalar karaladığımızı
farzedelim. Sonra balonu alalım ve şişirmeye başlayalım… Balon şiştikçe,
genişleyen balonda karaladığımız noktalar, birbirinden uzaklaşmaya
başlayacaktır tıpkı genişleyen evrende galaksilerin birbirinden uzaklaşması
gibi.
Bilim
insanları, bu keşiften sonra, evrenin genişlemesinin yavaşlama hızını
hesaplamak istediler. Çünkü kütleçekim kuvveti olan galaksiler ve her şey
birbirini çekiyordu ve bu nedenle de evrenin genişleme hızı, bilinen fizik
yasalarına göre zaman içinde yavaşlamalıydı hatta bir zaman sonra durmalıydı ve
evren, içine çökerek, başlangıçtaki gibi tek bir nokta haline gelmeliydi. (“Big
Crunch”) Yavaşlama hızı hesaplaması için çeşitli Super novaların ışıklarını
birbirleriyle kıyasladılar. Supernova, ölmekte olan yıldızın muazzam bir ışık
yayarak çok güçlü bir şekilde patlaması durumudur. İnce hesaplamalardan sonra
bilim insanları tabiri yerindeyse, büyük bir “şok” yaşadılar. Çünkü evren,
yavaşlamak bir yana, daha da hızlanarak genişliyordu! Bilinen bütün fizik
yasalarına ve bilimsel ilkelere karşı gelen bu durum bilim çevrelerini çok
rahatsız edebilirdi bu nedenle hesaplamalar tekrar ve tekrar yapıldı, yanlışlık
olduğu düşünülüyordu ancak sonuç aynıydı: Evren artan bır hızla genişlemeye
devam ediyordu! İşte bunun sorumlusu olan enerjiye, “Kara enerji” ismi verildi.
Çünkü bu enerji hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, tek bildiğimiz bu enerjinin,
Big Bang’in başlangıcından itibaren evrenin genişleyerek oluşmasını başka bir
deyişle “yaratılmasını” sağlayan muazzam bir “itici kuvvet”olduğudur ve evreni
artan bir hızla genişletmeye devam etmektedir.
Şu
ana kadar bilim tarihini incelediğimizde,
“Bilim bir gün evrenin gizemlerini tek tek çözecek, hiçbir gizem
kalmayacak” şeklindeki bir görüşe katılmak mantıksız görünmektedir. Çünkü
binlerce yıldan beri gözlemlenen durum, her bir keşfin yeni ve daha büyük bir
gizem ortaya çıkardığı gerçeğidir. Örneğin 200 yıl önce bilime göre evrenin
“sırları”, şu andaki bilime göre evrenin sırlarına kıyasla, özellikle kozmoloji
alanında, oldukça küçük kalmaktadır. Bilim, yeni keşif yaptıkça, yeni bir
bilimsel açıklama getirdikçe, her seferinde evrenin aslında düşündüğümüzden çok
daha gizemli ve bilinmeyenlerle dolu oldu gerçeğini de yanında getirmektedir.
Bilim tarihini incelediğimizde, ulaştığımız sonuç budur. Örneğin klasik fizik
zamanında keşifler yapıldıkça “Artık evrenin çoğu sırrını çözdük” şeklinde bir
düşünce oluşmaktaydı ancak gerek genel görelilik konusuyla gerekse atom altı
parçacıkların keşfiyle ve kuantum fiziğiyle bu görüş tamamen alt üst
oldu…Kuantum dünyasında parçacıkların davranışları, ve genel anlamda atom altı
dünyası “şoke edici” olarak nitelenmiştir. Bir başka örnek: Edwin Hubble`a
kadar evrenimiz sadece samanyolu galaksisinden ibaret sanılıyordu bizim
galaksimizden başka “milyarca galaksi daha” olduğu söylenince, evrenin ne kadar
büyük bir gizem olduğu bir kere daha anlaşılmış oldu. Bugün ise bütün bunlar
yetmezmiş gibi, “çoklu evrenler”den, “Paralel Evrenler”den, Sicim teorisinden
söz edilmektedir ve bu hipotezler, 100 yıl önce bilim dünyasına sunulsaydı “saf
ve yaratıcı bir bilim kurgu” olarak adlandırılacaktı.
Ozan
NOT: Bu yazı ve diğer tüm yazılar bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden herhangi bir yazımı kopyalamayınız!
NOT: Bu yazı ve diğer tüm yazılar bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden herhangi bir yazımı kopyalamayınız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder