Olumun verdigi Kutsal Ogreti: Katha Upanishad:
"Binlerce yıl önce, eski Hindistan'da Vacasravasa isminde bir ermiş yaşardı,
Naçiketas isminde altın kalpli bir de oğlu vardı, çok dindar bir yapısı olan bu
ermiş, öldükten sonra Tanrı katında iyi bir yere gelmek, cennetlere ulaşabilmek
için nerdeyse bütün mal varlığını kurban amacıyla dağıttı, bütün zenginliğini
sadaka olarak insanlarla paylaştı. Babası Tanrı rızası için her şeyi kurban
ediyor, her şeyini sadaka olarak veriyor oğlu da bütün bunları içten ve samimi
bir yürekle izliyordu.
Ve öyle bir gün geldi ki Vacasravasa’nın elindeki
her şey nerdeyse tükendi, artık elinde yajna/kurban için bir şey kalmıyordu,
kala kala iskelet haline gelmiş ve açlıktan ölmek üzere olan birkaç inek kaldı,
babası onları da vermeyi düşünüyordu.
Oğlu, açlıktan ölmek üzere olan
artık bir iskelet haline gelmiş inekleri vermek üzere olan babasını görünce “Bu
sıska inekleri mi veriyor, ne değeri olabilir ki bunların” diye düşündü ve
babasına şunu söyledi::
“Babacığım, elinde hiçbir şey kalmadı, sahip
olduğun her şeyi veriyorsun, ben senin oğlunum sen benim de sahibimsin ne de
olsa, elinde bir tek ben kaldım, beni kime vereceksin?”
Babası bu sözleri
duyunca içinden “Oğlumu da mı vereceğim? Bu nasıl olur? Mümkün değil” diye
düşünür kendi kendine kızar ve oğluna yanıt vermez. Fakat oğlu durmaz yine sorar
“Beni kime vermek istiyorsun baba?” babası yine susar.
Fakat Naçiketas,
babası sustukça aynı soruyu tekrarlamayı sürdürür nihayet babasını çileden
çıkarır, babası kızarak “Ölüme vereceğim seni Ölüme!” der çocuk da içinden
“Anladım, Babam beni ölüm Tanrısı Yama’ya verecek” diye
düşünür.
Naçiketas, bunları düşünürken babasının ağzından kızgınlıkla
çıkan bu iki çift laf sanki gerçek oluverir! Çocuk bir anda yere yığılır ve koma
durumuna girer, nerdeyse ölmüştür! Ama çocuk ölmez, gerçekten hiçbir farkı
olmayan, gerçek gibi bir rüya görme durumuna girer, ruhu bedenden ayrılmıştır
ve başka bir alemdedir artık!
Altın kalpli ve saf bir çocuk olan
Naçiketas, “babamım beni verdiği ölüm nerede?” diye düşünerek, başka bir alemde
bir yerlerde gezmeye başlar ve ölüm Tanrısı’nın olduğunu düşündüğü bir yere
gider, “ölüm Tanrısı Yama, babam beni ölüme yani sana verdi nerdesin?” diye
seslenir ancak Ölüm orada değildir, Naçiketas ölüm Tanrısını bir türlü bulamaz,
bu alemde 3 gün 3 gece büyük ruhsal acılarla, zaman geçer ama ölüm Tanrısı Yama
bir türlü ortaya çıkmaz.
3. günün sonunda Ölüm nihayet geliverir,
“Günlerdir beni arıyorsun ey altın kalpli çocuk, 3 günden beri bütün ruhunla
beni aradığın halde ben sana gelmedim” der çocuk da “Ey ölüm bana yaşam suyu
getir” der, ölüm de getirir. İnsan ölümü gördüğünde bir daha aynı bedene
dönemez, yaşayamaz ölüm bu nedenle Naçiketas’a yaşam suyu getirir. Ölüm suyu
verdikten sonra “bu gecikmeye karşılık benden 3 şey dile sana vereceğim”
der.
Çocuk “ne güzel” der “birinci dileğim: Babam huzur bulsun,
sakinleşsin ve oraya döndüğümde bana olan kızgınlığı tamamen
geçsin.”
Ölüm ona “peki” dedi, “Baban huzur dolu olacak, sana olanöfkesi
geçecek ve benden kurtulup mutlu olacak huzurlu günler geçirecek”
Çocuk
“Ey ölüm, göksel ateş dedikleri nedir? Onu bilen ve uygulayan sonsuz olurmuş
diye duydum bana anlat ikinci dileğim budur”
Ölüm “ Cennete ulaşmanı
sağlayan bu göksel ateş senin kalbinin gizli köşelerindedir” dedi ve ona ilgili
ezoterik öğretileri anlattı”
Çocuk nihayet üçüncü dileğini diledi: “Ey
ölüm, insanlar öldükleri zaman bazıları “ölümden sonrası var” , bazıları ise
“yok” der, insana öldükten sonra ne olur ey ölüm? Bana bunu anlat üçüncü dileğim
budur”
“Naçiketsa, tanrılar bile bu konuyu tam olarak anlamış
değillerdir, bu kolay anlaşılır bir konu değil, çok ince bir konudur, beni affet
bu isteğini geri çeviriyorum başka şeyler dile.”
Çocuk “Ey ölüm, şimdi
daha çok merak ettim! Zaten bu konuyu senden daha iyi anlatacak biri de yok ey
ölüm!”
“Naçiketas, lütfen! Zenginlik iste uzun ve sağlıklı bir yaşam
iste, atlar filler altınlar evler iste bunları iste, iyi bir eş iste, maddi bir
güç iste hepsini yerine getireceğim söz! Ama ne olur bana ölümü
sorma!”
“Ey ölüm, insanın ruhu zenginlikle doymuyor! Üstelik
zenginlikte ölümsüzlüğe dair bir umut da yoktur, yukarda bana saydığın
şeylerin hepsi geçici, tükeniyor üstelik sen hüküm sürmeye başladığında bunların
hepsi zaten yok olacak ey Ölüm! Bunlar beni nasıl doyursun?
Ey ölüm
ölümle ve kurtuluşla ilgili bu sırrı öğrenmedikçe bil ki rahat etmeyeceğim ve
bundan başka da dileğim olmayacak!”
Ölüm: “Aferin Naciketas... Dinle
şimdi” dedi ve devam etti:
“Bak Naçiketas, şu hayatta bir ‘iyi’ vardır
bir de ‘güzel’, ‘iyi’ ile ‘güzel’ tamamen ayrı şeylerdir,’güzel’ olan kolay,
süslü, parıltılı gözükür; ‘iyi’ olan ise çok zorlu ama sonuca ulaşturan bir
yoldur, biri amaca ulaştırır, diğerini seçen ise doğum ölüm döngüsüyle
defalarca benim elime düşer! Bu hayatta akıllı kişiler iyiyi güzele
tercih eder, daha az akıllı olanlar ise kazanma ve biriktirme içgüdüsüyle güzel
olanı tercih eder ve defalarca elime düşerler ve düşmeye de devam ederler, işte
güzeli iyiye tercih edenler, benim hükümdarlığımdan bir türlü kurtulamazlar
Naçiketas! Ayrıca “Sadece bu dünya var ötesi yok” diyenler de defalarca
benim elime düşerler ve düşmeye de devam ederler.
Ey Naçiketas, ben senin
kararlılığını denedim! Sen ‘güzel’ e dair göz boyayıcı her şeyi yendin, hepsini
bertaraf ettin, ‘iyi’ yi seçtin sen pek çok insanın defalarca elime düşmesine
neden olan o güzel ve zenginlik kolyesini taklmadın...”
“Bak Naçiketas,
‘öz’ denilen şeye Atman denir, bu Atman çok duymakla kazanılmaz, çok öğrenmekle
anlaşılamaz, bu kalbin derinliklerinde saklanan özü görmek çok zordur,
onu ancak onunla özdeşleşmiş kimse gerçekten anlayabilir ve
anlatabilir.Naçiketas, bu ‘bilen’ öz, bu bilinçli varlık
doğmamıştır, ölmez bu varlık hiçbir yerden kök almaz, o doğmamıştır ve ölmez,
ilktir, beden ölse bile o öldürülemez.
İşte bu Atman, en büyük şeylerden
bile daha büyük aynı zamanda en küçük zerrelerden de daha küçüktür, bu
Atman, her canlının kalbinin derinliklerinde gizlidir.
O
öyle bir varlıktır ki yerinde sabit otururken çok çok uzaklara gider,
yatarken aynı anda her yere gider, O geçici bedenler içinde bedensiz olandır, O
her şeyi kaplayan ve her şeyi kapsayan sonsuz ruhtur.
Naçiketas
şöyle düşün, Ruh/Atman bir at arabasının sürücüsünü kontrol eden esas
güçtür, beden arabadır, bilinç arabanın sürücüsü, akıl da bilincin/sürücünün
elindeki dizginlerdir, duyular atlar, duyu nesneleri yani objeler de arabanın
önündeki yollardır. İşte duyu organları, akıl ve bedenle karışmış olan bu atman
“hoşlanan” yaşarken “tatmin olan” dır.Aklını dengede
tutamayanların duyuları, at arabasının sürücüsünü dinlemeyen hırçın atlar
gibidir, aklını dengede tutanların duyuları ise uysal atlara benzer.
İşte
aklını kontrol edemeyen, saf olamayan kişi yüce amaca ulaşamaz ve doğum ölüm
yolunda gider durur, aklını kontrol etmeyi başarıp özü idrak edebilenler ise bir
daha hiç doğmaz.
Duyu nesneleri olan objeler, duyulardan daha yukardadır,
suyu nesnelerinden daha yukarda olan Akıl’dır, akıldan daha yukarda olan
bilinçtir, bilinçten de daha yukarda olan ise sonsuz öz
Atman’dır.
Naçiketas, O öz Atman canlıların içinde saklı olduğu
halde ışığı dışarıya yayılmaz, o sonsuz öz ancak ince üstün görüş ve ince akıl
sahibi kişiler tarafından görülebilir.İşte Naçiketas, bu sessiz
olanı, dokunulmaz, ölümsüz, biçimi olmayanı, tadı olmayanı, kokusuz, değişmez,
başlangıcı ve sonu olmayanı, en büyükten de daha büyük olanı bilen kişi ölümün
pençesinden kurtulur.
Bu kendiliğinden varolan, dışarı doğru açılımlar
yapar, duyu organları da bu nedenle hep dışarı doğru açılımlar yapar böylece
kişi hep dışarı bakma eğilimindedir, kendi içine bakmaz. Ölümsüzlük arayan kişi,
işte kendi içine bakmayı başarabilmeli ve böylece Atman ile yüz yüze
gelmeli.
Naçiketas, insan içindeki bu öz sayesinde tat alır,
koku alır, işitir, görür ve dokunma zevkleri alır bütün bunları algılayan
Atman’dır başka bir şey değil, kişi uyuma ve uyanıklık hallerinde ne algılıyorsa
işte bu her şeyi kaplayan ve her şeyi saran Atman sayesinde olur çünkü algılayan
şey tam olarak O’dur.
O Atman, sulardan önce vardı, gerçekte
doğmamış olduğu halde herkesle ve her şeyle yeniden doğar, yaşam olup
doğar o, canlılar olup doğar, kalbin gizli köşelerinde barınır
hep.Bütün tanrılar ve her şey O’ndadır, bu gerçeğe varıldı mı
artık çokluk yanılsaması biter, çokluk gören defalarca elime düşer, ölümden
ölüme gider, teklik gerçeğini algılayan ise kurtulur.
Saf su saf suya
akınca nasıl onunla tamamen bir olursa aydınlanmış ruh sahibi kişi de
böyledir.
Naçiketas, Herkesin içindeki bu sonsuz öz, güneştir, havadır,
göklerde yaşar o, yerlerde yaşar, her canlıda yaşar, her yerde yaşar ,
kayalardadır o, şu sığır sürülerindedir, her yerdedir ve her şeydir, o gerçekte
yaşar.
Bazıları yaptıkları işlere (karma) göre ve bilgi
düzeylerine göre çeşitli rahimlere girer, bazıları ise kurtulur.
Kalbin
derinliklerinde var olan o sonsuz ruh, Tanrı’dır, herkes uykudayken o uyanık
kalır, bütün dünyalar O’nda barınır.
Bir olan ateş nasıl
ki üzerinde yayıldığı cismin şeklini alırsa ama yine de “ateş” olarak kalırsa,
ruh da içine girdiği varlıkla bütünleşerek onun şeklini alır ancak nasıl
ki güneş ışınları dünyayı kucakladığı halde yaratılışın kiriyle bozulmuyorsa,
herkesin içindeki üst ruh olan Tanrı da dünyanın çamuruyla
kirlenmez
Ey Naçiketas, her şeyin içindeki sonsuz Tanrı,
o Atman tekten çoğu çıkarandır onun ve her şeyin bir ve tek olduğunu anlayanlar
sonsuz mutluluğa ulaşır
Naçiketas şimdi ben bunu sana nasıl
anlatacağım... Parlayan aslında güneş değildir, veya ay ya da yıldızlar da
değildir, hem bütün bunları hem de tüm dünyaları aydınlatan da işte onun
ışığıdır
Ölümsüz bir İncir ağacını düşün Naçiketas, bu ağacın kökü en
yukarda dalları ise aşağıdadır, kökü gerçekten saftır ve Brahman’dır, bütün
dünyalar onda barınırlar işte, hiçbir şey ondan öteye gidemez.
Naçiketas
bir insan işte kalbin derinliklerinde gizlenen sonsuz özü gerçekten idrak
ettiği zaman ölümsüz olur, eğer idrak edilemezse bu canlılar dünyasında
cisimleşmeyle(reenkarnasyon) sonuçlanır. O’nun biçimi yoktur, kimse onu
gözleriyle göremez, biçimine bakılmaz, O ancak kalp akıl ve düşünce üçlüsünün
birleşimiyle kavranabilir bu birleşim için de en yüksek yolun tüm dünyasal
bağları kalbinden atmak olduğunu söylerler, gerçekten de kalbe yapışık dünyasal
bağlar, kişinin tekrar cisimlenmesine neden olur bunları atabilen Brahman’a
karışır.
Naçiketas ölümden bu bilgileri aldı, sonra tekrar babasının
yanına kendi bedenine döndü, kendini aydınlanmaya adadı çeşitli yoga yolları
izledikten sonra da Brahman’a kavuştu, ona karıştı, tutkudan ve ölümden
kurtuldu, bunu bilen başkaları da böyle olabilir"
"Yakın zamana kadar şaşkın bir halde, MAYA'ya kapılarak yaşıyordum,
ama artık aydınlandım dünyayı aşmış bir şekilde, beden ve dünya benim ışığımdan
ortaya çıkar, aslında her şey benim veya benim olan hiçbir şey yok, artık
sonsuz Atman'ı görüyorum, fokurdayıp köpüren bir dalganın sudan başka bir şey
olmaması gibi, Atman'da dışarıya taşan tüm yaratılış da Atman'dır
yalnızca.
Bir kumaş parçasının iplikten ibaret olması gibi, tüm yaratılış
da Atman'dan ibarettir.
Dünya, Atman bilinmediğinde ortaya çıkar,
bilindğinde değil. Ama siz halata yılanı yakıştırıyorsunuz, ama halatı
gördüğünüzde yılan ortadan kaybolur.
Doğam ışıktır benim yalnızca ışık,
saf ışık! ortaya çıktığında dünya, yalnız ben parıldıyorumdur.
Dünya
içimde ortaya çıktığında bir yanılsamadan ibarettir bu, güneşin altında titreşen
su birikintisi, halat kolundaki yılan, benden taşar dünya, ve bende eriyip
gider, tıpkı bir bileziğin eriyip altın olması gibi, bir çömleğin unufak olarak
kile dönüşmesi gibi, bir dalganın yatışıp suda yitip gitmesi
gibi...
Surete büründüm ama hala TEK'im, ne gelirim giderim ancak yine de
her yerdeyim ben, sonsuz okyanusum.
Düşünceler ve maddeye bağlılık
yoğunlaştığında rüzgar dalgalar gibi sertleşir, binlerce dünya çıkar ortaya ama
rüzgar dindiğinde batar gemisiyle beraber.
Varlığımız sınırsız
okyanusunda, eli ayağı dolaşır onun ve onunla birlikte tüm
dünyaların.
Ben içinde tüm canlıların doğal olarak ortaya çıktığı sonra
yatıştığı ucu bucağı olmayan Derya'yım" (Ashtavakra Gita)
"Isiktan farkli olan karanlik nasil ki gunes
isiginda ozumleniyorsa butun bu evren de Brahman`da ozumlenir, comlegin
kisitladigi bosluk, comlegin kirilip gitmesiyle nasil ki sadece bosluk haline
geliyorsa, Brahman`i idrak eden bilge de suretin yok olup gitmesiyle Brahman`da
ozumlenerek o haline gelir, isik olur. Sut ile karistirilan sut, su ile
karistirilan su nasil ki ozumleniyorsa, Brahman`i idrak eden kisi de O`nda
ozumlenir.
Brahman`da ozumlenen kisi yok edilemez mutlak
bedensizlik haline kavusur dolayisiyla cehalet basta olmak uzere beden ve
bedenin kisitliklari, varolus olan Atman`da ozumlenmesi sayesinde, bilgelik
atesinde yanip giderek, yok olur." (Sankacharya - Viveka
Cudamani)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder