1 Ocak 2011 Cumartesi

Hindu Kutsal Kitaplarindan Bolumler -2

Olumun verdigi Kutsal Ogreti: Katha Upanishad:

"Binlerce yıl önce, eski Hindistan'da Vacasravasa isminde bir ermiş yaşardı, Naçiketas isminde altın kalpli bir de oğlu vardı, çok dindar bir yapısı olan bu ermiş, öldükten sonra Tanrı katında iyi bir yere gelmek, cennetlere ulaşabilmek için nerdeyse bütün mal varlığını kurban amacıyla dağıttı, bütün zenginliğini sadaka olarak insanlarla paylaştı. Babası Tanrı rızası için her şeyi kurban ediyor, her şeyini sadaka olarak veriyor oğlu da bütün bunları içten ve samimi bir yürekle izliyordu.

Ve öyle bir gün geldi ki Vacasravasa’nın elindeki her şey nerdeyse tükendi, artık elinde yajna/kurban için bir şey kalmıyordu, kala kala iskelet haline gelmiş ve açlıktan ölmek üzere olan birkaç inek kaldı, babası onları da vermeyi düşünüyordu.

Oğlu, açlıktan ölmek üzere olan artık bir iskelet haline gelmiş inekleri vermek üzere olan babasını görünce “Bu sıska inekleri mi veriyor, ne değeri olabilir ki bunların” diye düşündü ve babasına şunu söyledi::

“Babacığım, elinde hiçbir şey kalmadı, sahip olduğun her şeyi veriyorsun, ben senin oğlunum sen benim de sahibimsin ne de olsa, elinde bir tek ben kaldım, beni kime vereceksin?”

Babası bu sözleri duyunca içinden “Oğlumu da mı vereceğim? Bu nasıl olur? Mümkün değil” diye düşünür kendi kendine kızar ve oğluna yanıt vermez. Fakat oğlu durmaz yine sorar “Beni kime vermek istiyorsun baba?” babası yine susar.

Fakat Naçiketas, babası sustukça aynı soruyu tekrarlamayı sürdürür nihayet babasını çileden çıkarır, babası kızarak “Ölüme vereceğim seni Ölüme!” der çocuk da içinden “Anladım, Babam beni ölüm Tanrısı Yama’ya verecek” diye düşünür.

Naçiketas, bunları düşünürken babasının ağzından kızgınlıkla çıkan bu iki çift laf sanki gerçek oluverir! Çocuk bir anda yere yığılır ve koma durumuna girer, nerdeyse ölmüştür! Ama çocuk ölmez, gerçekten hiçbir farkı olmayan, gerçek gibi bir rüya görme durumuna girer, ruhu bedenden ayrılmıştır ve başka bir alemdedir artık!

Altın kalpli ve saf bir çocuk olan Naçiketas, “babamım beni verdiği ölüm nerede?” diye düşünerek, başka bir alemde bir yerlerde gezmeye başlar ve ölüm Tanrısı’nın olduğunu düşündüğü bir yere gider, “ölüm Tanrısı Yama, babam beni ölüme yani sana verdi nerdesin?” diye seslenir ancak Ölüm orada değildir, Naçiketas ölüm Tanrısını bir türlü bulamaz, bu alemde 3 gün 3 gece büyük ruhsal acılarla, zaman geçer ama ölüm Tanrısı Yama bir türlü ortaya çıkmaz.

3. günün sonunda Ölüm nihayet geliverir, “Günlerdir beni arıyorsun ey altın kalpli çocuk, 3 günden beri bütün ruhunla beni aradığın halde ben sana gelmedim” der çocuk da “Ey ölüm bana yaşam suyu getir” der, ölüm de getirir. İnsan ölümü gördüğünde bir daha aynı bedene dönemez, yaşayamaz ölüm bu nedenle Naçiketas’a yaşam suyu getirir. Ölüm suyu verdikten sonra “bu gecikmeye karşılık benden 3 şey dile sana vereceğim” der.

Çocuk “ne güzel” der “birinci dileğim: Babam huzur bulsun, sakinleşsin ve oraya döndüğümde bana olan kızgınlığı tamamen geçsin.”

Ölüm ona “peki” dedi, “Baban huzur dolu olacak, sana olanöfkesi geçecek ve benden kurtulup mutlu olacak huzurlu günler geçirecek”

Çocuk “Ey ölüm, göksel ateş dedikleri nedir? Onu bilen ve uygulayan sonsuz olurmuş diye duydum bana anlat ikinci dileğim budur”

Ölüm “ Cennete ulaşmanı sağlayan bu göksel ateş senin kalbinin gizli köşelerindedir” dedi ve ona ilgili ezoterik öğretileri anlattı”

Çocuk nihayet üçüncü dileğini diledi: “Ey ölüm, insanlar öldükleri zaman bazıları “ölümden sonrası var” , bazıları ise “yok” der, insana öldükten sonra ne olur ey ölüm? Bana bunu anlat üçüncü dileğim budur”

“Naçiketsa, tanrılar bile bu konuyu tam olarak anlamış değillerdir, bu kolay anlaşılır bir konu değil, çok ince bir konudur, beni affet bu isteğini geri çeviriyorum başka şeyler dile.”

Çocuk “Ey ölüm, şimdi daha çok merak ettim! Zaten bu konuyu senden daha iyi anlatacak biri de yok ey ölüm!”

“Naçiketas, lütfen! Zenginlik iste uzun ve sağlıklı bir yaşam iste, atlar filler altınlar evler iste bunları iste, iyi bir eş iste, maddi bir güç iste hepsini yerine getireceğim söz! Ama ne olur bana ölümü sorma!”

“Ey ölüm, insanın ruhu zenginlikle doymuyor! Üstelik zenginlikte ölümsüzlüğe dair bir umut da yoktur, yukarda bana saydığın şeylerin hepsi geçici, tükeniyor üstelik sen hüküm sürmeye başladığında bunların hepsi zaten yok olacak ey Ölüm! Bunlar beni nasıl doyursun?

Ey ölüm ölümle ve kurtuluşla ilgili bu sırrı öğrenmedikçe bil ki rahat etmeyeceğim ve bundan başka da dileğim olmayacak!”

Ölüm: “Aferin Naciketas... Dinle şimdi” dedi ve devam etti:

“Bak Naçiketas, şu hayatta bir ‘iyi’ vardır bir de ‘güzel’, ‘iyi’ ile ‘güzel’ tamamen ayrı şeylerdir,’güzel’ olan kolay, süslü, parıltılı gözükür; ‘iyi’ olan ise çok zorlu ama sonuca ulaşturan bir yoldur, biri amaca ulaştırır, diğerini seçen ise doğum ölüm döngüsüyle defalarca benim elime düşer! Bu hayatta akıllı kişiler iyiyi güzele tercih eder, daha az akıllı olanlar ise kazanma ve biriktirme içgüdüsüyle güzel olanı tercih eder ve defalarca elime düşerler ve düşmeye de devam ederler, işte güzeli iyiye tercih edenler, benim hükümdarlığımdan bir türlü kurtulamazlar Naçiketas! Ayrıca “Sadece bu dünya var ötesi yok” diyenler de defalarca benim elime düşerler ve düşmeye de devam ederler.

Ey Naçiketas, ben senin kararlılığını denedim! Sen ‘güzel’ e dair göz boyayıcı her şeyi yendin, hepsini bertaraf ettin, ‘iyi’ yi seçtin sen pek çok insanın defalarca elime düşmesine neden olan o güzel ve zenginlik kolyesini taklmadın...”

“Bak Naçiketas, ‘öz’ denilen şeye Atman denir, bu Atman çok duymakla kazanılmaz, çok öğrenmekle anlaşılamaz, bu kalbin derinliklerinde saklanan özü görmek çok zordur, onu ancak onunla özdeşleşmiş kimse gerçekten anlayabilir ve anlatabilir.
Naçiketas, bu ‘bilen’ öz, bu bilinçli varlık doğmamıştır, ölmez bu varlık hiçbir yerden kök almaz, o doğmamıştır ve ölmez, ilktir, beden ölse bile o öldürülemez.

İşte bu Atman, en büyük şeylerden bile daha büyük aynı zamanda en küçük zerrelerden de daha küçüktür, bu Atman, her canlının kalbinin derinliklerinde gizlidir.


O öyle bir varlıktır ki yerinde sabit otururken çok çok uzaklara gider, yatarken aynı anda her yere gider, O geçici bedenler içinde bedensiz olandır, O her şeyi kaplayan ve her şeyi kapsayan sonsuz ruhtur.

Naçiketas şöyle düşün, Ruh/Atman bir at arabasının sürücüsünü kontrol eden esas güçtür, beden arabadır, bilinç arabanın sürücüsü, akıl da bilincin/sürücünün elindeki dizginlerdir, duyular atlar, duyu nesneleri yani objeler de arabanın önündeki yollardır. İşte duyu organları, akıl ve bedenle karışmış olan bu atman “hoşlanan” yaşarken “tatmin olan” dır.
Aklını dengede tutamayanların duyuları, at arabasının sürücüsünü dinlemeyen hırçın atlar gibidir, aklını dengede tutanların duyuları ise uysal atlara benzer.

İşte aklını kontrol edemeyen, saf olamayan kişi yüce amaca ulaşamaz ve doğum ölüm yolunda gider durur, aklını kontrol etmeyi başarıp özü idrak edebilenler ise bir daha hiç doğmaz.

Duyu nesneleri olan objeler, duyulardan daha yukardadır, suyu nesnelerinden daha yukarda olan Akıl’dır, akıldan daha yukarda olan bilinçtir, bilinçten de daha yukarda olan ise sonsuz öz Atman’dır.

Naçiketas, O öz Atman canlıların içinde saklı olduğu halde ışığı dışarıya yayılmaz, o sonsuz öz ancak ince üstün görüş ve ince akıl sahibi kişiler tarafından görülebilir.
İşte Naçiketas, bu sessiz olanı, dokunulmaz, ölümsüz, biçimi olmayanı, tadı olmayanı, kokusuz, değişmez, başlangıcı ve sonu olmayanı, en büyükten de daha büyük olanı bilen kişi ölümün pençesinden kurtulur.

Bu kendiliğinden varolan, dışarı doğru açılımlar yapar, duyu organları da bu nedenle hep dışarı doğru açılımlar yapar böylece kişi hep dışarı bakma eğilimindedir, kendi içine bakmaz. Ölümsüzlük arayan kişi, işte kendi içine bakmayı başarabilmeli ve böylece Atman ile yüz yüze gelmeli.

Naçiketas, insan içindeki bu öz sayesinde tat alır, koku alır, işitir, görür ve dokunma zevkleri alır bütün bunları algılayan Atman’dır başka bir şey değil, kişi uyuma ve uyanıklık hallerinde ne algılıyorsa işte bu her şeyi kaplayan ve her şeyi saran Atman sayesinde olur çünkü algılayan şey tam olarak O’dur.


O Atman, sulardan önce vardı, gerçekte doğmamış olduğu halde herkesle ve her şeyle yeniden doğar, yaşam olup doğar o, canlılar olup doğar, kalbin gizli köşelerinde barınır hep.
Bütün tanrılar ve her şey O’ndadır, bu gerçeğe varıldı mı artık çokluk yanılsaması biter, çokluk gören defalarca elime düşer, ölümden ölüme gider, teklik gerçeğini algılayan ise kurtulur.

Saf su saf suya akınca nasıl onunla tamamen bir olursa aydınlanmış ruh sahibi kişi de böyledir.

Naçiketas, Herkesin içindeki bu sonsuz öz, güneştir, havadır, göklerde yaşar o, yerlerde yaşar, her canlıda yaşar, her yerde yaşar , kayalardadır o, şu sığır sürülerindedir, her yerdedir ve her şeydir, o gerçekte yaşar.

Bazıları yaptıkları işlere (karma) göre ve bilgi düzeylerine göre çeşitli rahimlere girer, bazıları ise kurtulur.

Kalbin derinliklerinde var olan o sonsuz ruh, Tanrı’dır, herkes uykudayken o uyanık kalır, bütün dünyalar O’nda barınır.

Bir olan ateş nasıl ki üzerinde yayıldığı cismin şeklini alırsa ama yine de “ateş” olarak kalırsa, ruh da içine girdiği varlıkla bütünleşerek onun şeklini alır ancak nasıl ki güneş ışınları dünyayı kucakladığı halde yaratılışın kiriyle bozulmuyorsa, herkesin içindeki üst ruh olan Tanrı da dünyanın çamuruyla kirlenmez

Ey Naçiketas, her şeyin içindeki sonsuz Tanrı, o Atman tekten çoğu çıkarandır onun ve her şeyin bir ve tek olduğunu anlayanlar sonsuz mutluluğa ulaşır

Naçiketas şimdi ben bunu sana nasıl anlatacağım... Parlayan aslında güneş değildir, veya ay ya da yıldızlar da değildir, hem bütün bunları hem de tüm dünyaları aydınlatan da işte onun ışığıdır

Ölümsüz bir İncir ağacını düşün Naçiketas, bu ağacın kökü en yukarda dalları ise aşağıdadır, kökü gerçekten saftır ve Brahman’dır, bütün dünyalar onda barınırlar işte, hiçbir şey ondan öteye gidemez.

Naçiketas bir insan işte kalbin derinliklerinde gizlenen sonsuz özü gerçekten idrak ettiği zaman ölümsüz olur, eğer idrak edilemezse bu canlılar dünyasında cisimleşmeyle(reenkarnasyon) sonuçlanır. O’nun biçimi yoktur, kimse onu gözleriyle göremez, biçimine bakılmaz, O ancak kalp akıl ve düşünce üçlüsünün birleşimiyle kavranabilir bu birleşim için de en yüksek yolun tüm dünyasal bağları kalbinden atmak olduğunu söylerler, gerçekten de kalbe yapışık dünyasal bağlar, kişinin tekrar cisimlenmesine neden olur bunları atabilen Brahman’a karışır.

Naçiketas ölümden bu bilgileri aldı, sonra tekrar babasının yanına kendi bedenine döndü, kendini aydınlanmaya adadı çeşitli yoga yolları izledikten sonra da Brahman’a kavuştu, ona karıştı, tutkudan ve ölümden kurtuldu, bunu bilen başkaları da böyle olabilir"





"Yakın zamana kadar şaşkın bir halde, MAYA'ya kapılarak yaşıyordum, ama artık aydınlandım dünyayı aşmış bir şekilde, beden ve dünya benim ışığımdan ortaya çıkar, aslında her şey benim veya benim olan hiçbir şey yok, artık sonsuz Atman'ı görüyorum, fokurdayıp köpüren bir dalganın sudan başka bir şey olmaması gibi, Atman'da dışarıya taşan tüm yaratılış da Atman'dır yalnızca.

Bir kumaş parçasının iplikten ibaret olması gibi, tüm yaratılış da Atman'dan ibarettir.

Dünya, Atman bilinmediğinde ortaya çıkar, bilindğinde değil. Ama siz halata yılanı yakıştırıyorsunuz, ama halatı gördüğünüzde yılan ortadan kaybolur.

Doğam ışıktır benim yalnızca ışık, saf ışık! ortaya çıktığında dünya, yalnız ben parıldıyorumdur.

Dünya içimde ortaya çıktığında bir yanılsamadan ibarettir bu, güneşin altında titreşen su birikintisi, halat kolundaki yılan, benden taşar dünya, ve bende eriyip gider, tıpkı bir bileziğin eriyip altın olması gibi, bir çömleğin unufak olarak kile dönüşmesi gibi, bir dalganın yatışıp suda yitip gitmesi gibi...

Surete büründüm ama hala TEK'im, ne gelirim giderim ancak yine de her yerdeyim ben, sonsuz okyanusum.

Düşünceler ve maddeye bağlılık yoğunlaştığında rüzgar dalgalar gibi sertleşir, binlerce dünya çıkar ortaya ama rüzgar dindiğinde batar gemisiyle beraber.

Varlığımız sınırsız okyanusunda, eli ayağı dolaşır onun ve onunla birlikte tüm dünyaların.

Ben içinde tüm canlıların doğal olarak ortaya çıktığı sonra yatıştığı ucu bucağı olmayan Derya'yım" (Ashtavakra Gita)




"Isiktan farkli olan karanlik nasil ki gunes isiginda ozumleniyorsa butun bu evren de Brahman`da ozumlenir, comlegin kisitladigi bosluk, comlegin kirilip gitmesiyle nasil ki sadece bosluk haline geliyorsa, Brahman`i idrak eden bilge de suretin yok olup gitmesiyle Brahman`da ozumlenerek o haline gelir, isik olur. Sut ile karistirilan sut, su ile karistirilan su nasil ki ozumleniyorsa, Brahman`i idrak eden kisi de O`nda ozumlenir.

Brahman`da ozumlenen kisi yok edilemez mutlak bedensizlik haline kavusur dolayisiyla cehalet basta olmak uzere beden ve bedenin kisitliklari, varolus olan Atman`da ozumlenmesi sayesinde, bilgelik atesinde yanip giderek, yok olur." (Sankacharya - Viveka Cudamani)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder